Kara Salih Çavuş – Büyük Kahraman


Balkan’da, Çanakkale’de, Suriye’de savaşmış bir kahraman
-neden çarşaf giyip kırıta kırıta yürüdüğünü,
-cephaneyi neden tabuta koyup cenaze namazı kıldıklarını,
-dişlerinin, tırnaklarının neden tek tek söküldüğünü kendisi anlatıyor.


Kara Salih Çavuş’a büyük bir minnet borçluyuz.    

“Balkan’da vuruştuk. Çanakkale’de Mustafa Kemal’in idaresinde Arıburnu’nda süngü hücumu yaptık. Hepimiz Mustafa Kemal’e hayrandık. Ne emir verse yapmaya hazırdık. Ölümü bile göze alıyorduk. Öl dese ölürdük. En beklenmedik anlarda Mustafa Kemal’i karşımızda görünce sonsuz bir cesaret kazanıyorduk. Arıburnu’nda kimse onun sözünden çıkmadı. Zaferi kazandık.

Sonra beni Suriye’ye gönderdiler. Bir de baktım yine Mustafa Kemal’in emrindeyim. Nasıl sevindim, anlatamam. O başımızda oldukça yenilmeyeceğimizi biliyorduk.

İstanbul’dan döndükten sonra bir gün beni Mustafa Kemal’in çağırdığını söylediler. Çok heyecanlandım Ve kalkıp gittim. Demek ki Mustafa Kemal bizi unutmamıştı. Şişli’deki evine gittim. Mustafa Kemal’in yaveri orada elime bir mektup verdi. Mektup gizli örgütte çalışan Nizamettin Bey’e yazılmıştı. Adresini verdiler, kalkıp gittim. Teşkilat herhalde benim kim olduğumu biliyordu. Karşımdaki tanımadığım kişi bana, 'Gel oğlum,’ dedi. 'Sen, güvenebileceğimiz bir insansın. Sana yeni görevler vereceğiz.’ “Emriniz olur." dedim. Beni bir odaya aldılar. Odada bir masa vardı. Beni masanın başına getirdiler. Masanın üzerinde bir Kuran, bir sancak, bir de tabanca duruyordu. Üçüne birden el bastık ve hayatımız pahasına da olsa sır vermeyeceğimiz: yemin ettik. Gizli görevim böyle başladı.

O zaman İstanbul’daki esas mesele Anadolu’ya silah kaçırmaktı. Bu iş için çeşitli girişimler yaptık. Sarayburnu'nda Fransızların cephane deposu vardı. Bir gün Aziz Hüdai beni çağırtarak bu depoyu boşaltacağımızı bildirdi. Bana verilen görev, gece ve gürültü çıkarmadan nöbetçiyi öldürmekti. Bir-iki gün deponun civarında dolaşarak nöbet saatlerini tespit ettim. Nihayet son gece üzerime bir çarşaf giyerek Sarayburnu’na yollandım. Deponun önünde Senegalli bir asker nöbet bekliyordu. Kırıta kırıta nöbetçinin önünden geçiyordum. Kim bilir kaç zamandır gözü dönmüş olan zenci dayanamayarak üzerime yürüdü. Çarşafın altına gizlediğim kılıcı çektiğim gibi zavallı nöbetçiyi yere serdim. Adamın ne kabahati vardı; ama... Bütün arkadaşlar da pusuda bekliyorlardı. Bir anda koca cephaneliği sahildeki Nazif kaptanın motoruna naklettik. Fakat zencinin cesedi bütün işi bozabilirdi. Onu da cephaneliğe naklederek, kalan cephaneyle birlikte havaya uçurduk. Ve mesele kapandı gitti.

İstanbul’da daha bir yığın işler gördük. Her gün Anadolu’ya oluk gibi cephane akıtıyorduk. Fakat en son boşalttığımız Davutpaşa cephaneliği yakalanmama sebep oldu.

Davutpaşa’daki silahları Yüzbaşı Ata Bey’in evine götürmüş, oradan dışarı yolluyorduk. Fakat her defasında yeni yollar bulmak lazımdı. Son hadisede silahları bir tabuta koyarak evden çıkarmıştık. Cenazenin Yusuf Paşa Camii’nde namazını kıldırdık. Tabut oradan Anadolu’ya nakledilecekti. Fakat müezzin efendi bizi ihbar etmiş, basıldık. Hepimiz darmadağın olduk. Ben de yakalandım. Damat Ferit imzalı bir teskereyle muhakemesiz idamımıza karar verildiği bildirildi.

İş bu kadarla kalsa gene iyi. Sen ne söylüyorsun beyim, tam 22 gün beni konuşturmak için yapmadık işkence bırakmadılar. Bak, bugün ağzımda tek diş yoktur. Bütün dişlerimi teker teker söktüler. Sonra sıra tırnaklarıma geldi. Evvela ellerimde, sonra ayaklarımda tek bir tırnak bırakmadılar. Sonra ayağımın altına çivi çaktılar. Bugün hâlâ iki parmağım tutmaz. Kış günü çırılçıplak havuza attılar. Yemediğim dayak kalmadı. Öbür dünyaya kaç defa gidip geri geldik. Bugün artık bedavadan yaşıyoruz.

Bereket versin teşkilatta bir Ömer Bey varmış. Onun vasıtasıyla Ereğli’ye kaçırıldım. Ondan sonra da istiklal Harbi’ne katıldık. . . Orada da Mustafa Kemal’in emrinde çalıştım. Düşmanı perişan ettik. Gazi’yi yine sık sık görüyordum. Beni Çanakkale’den ve Suriye’den hatırlıyordu. Çakmak çakmak gözleriyle bana bakıyor, ‘Zafere ulaşacağız.’ diyordu.”
Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilirsiniz.

Hatay ve Atatürk - Hatay'da Türk Askeri Nasıl Karşılandı?




     Bilirsiniz, Hatay'ın anavatana katılması hemen gerçekleşmemiştir. Fransızların işgalinden sonra ayrı bir Hatay Devleti kurulmuş. İlk ve son cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen, başbakanı da Abdurrahman Melek olmuştur.

     Abdurrahman Melek, Atatürk'ün Hatay'ın anavatana katılması konusunda ne kadar çok uğraştığını, hatta hastalığına rağmen güney illerine seyahatler düzenlediğini anlatıyor.
"Gazi Paşa'nın Adana'ya gelişlerinde yapılan törene biz de siyah bayraklarla katıldık. Karalar giymiş bir kız, 'Paşam bizi de kurtar!' diye bağırınca, Gazi Paşa, 'Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde kalamaz!' diye cevap verdi. Bayram ettik."

     Abdurrahman Melek'in 'Bayram ettik' sözü aslında bize Atatürk'ün tek bir sözüyle ne kadar büyük işler başarabileceğini ve halkın da buna yürekten inanmış olduğunu gösteriyor.

     Zaten Atatürk de bu konuda şöyle diyor; "Ben memleketi hiçbir zaman savaşa sürüklemem, fakat Hatay meselesi benim vazgeçilmez bir davam olmuştur. Gerekirse bunu kendi başıma halletmek için zorda kalırsam hemen devlet başkanlığından ve hatta mebusluktan istifade ederim."

     Sonrasında Abdurrahman Melek Türk ordusunun Hatay'a girişini şöyle anlatıyor;
   
    “23 Haziran’ da Orgeneral Asım Gündüz’ün başkanlığında bir Türk heyeti Hatay’a geldi, yer yerinden oynadı.

     25 Temmuz sabahı Binbaşı Süleyman’ın komutasındaki bir Türk taburu Payas sınırını aşarak Hatay’a girdi. Şehirlerden, köylerden binlerce insan sınıra hücum etmişti. Heyecandan ağlayanlar, askerlerin ayaklarına kapananlar, dua edenler vardı. Bir buçuk saat sonra da alay kumandanı Şükrü Kanatlı’nın komutasındaki Türk askeri Hatay topraklarına girdi ve halk görülmemiş bir coşkuyla askerleri selamladı. Askerleri karşılayanlar arasında Ermeni cemaat reisleri de vardı. Şükrü Kanatlı onlara iltifat ederek yüzlerini güldürdü. Türk askerlerinin geleceğini duyunca göç etmeye kalkan Ermenilere artık güven gelmişti.

     Herkes askerleri görmek için koşuyordu. Yüz bini aşan bir kalabalık yollarda Türk askerini alkışlıyordu. Fransız taburu da Türk askerlerine selam durdu. Her yer, 'Yaşasın Türk askeri, yaşasın Atatürk!’ sesleriyle inliyor, kurbanlar kesiliyor, insanlar askerlerin ayaklarına kapanıyordu. Bu coşkuyu hayatım boyunca unutamayacağım."

Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilirsiniz.

Çanakkale ve Şehitlikler Bir Günde Nasıl Gezilir?( Hiç Bilmeyenler İçin)


     Çoğu insan benim gibi Çanakkale ve şehitlikleri gezmek istiyor ancak , Çanakkale'yi hiç bilmediği için, nereden başlayacağına ne şekilde gezeceğine karar veremiyor.

     "Bir günlük geziyi işkenceye dönüştürmeden, en verimli şekilde nasıl planlayabiliriz?" sorusunu cevaplamaya çalışacağım. Tabi bu benim edindiğim bir günlük tecrübeye göre. Siz çok daha fazlasını ekleyebilirsiniz.

     Kalitesinden ve hizmetinden oldukça memnun kaldığım için bazı kişi ve firma isimlerini de gönül rahatlığıyla vereceğim.

     Bir sosyal bilgiler öğretmeni olarak burada yaşanan olayların çoğunu daha önce okudum, öğrendim. Ancak bu olayların yaşandığı yerleri birebir görerek o ruhu hissetmek adına bir rehber eşliğinde gezmeye karar verdik. Size de tavsiyem kesinlikle budur.

     Geziyi planladığım günün bir gün öncesinde internetten bulduğum üç dört tane tur firmasını aradım. İsmini Çanakkale'ye oldukça yakıştırdığım Yurtsev Beyle görüştükten sonra "Lutars Turizm"in turuna katılmaya karar verdik. Her gün tur düzenliyorlar. (Yurtsev Yarıcı : 0543 787 29 17)


     Anadolu yakasındaysanız buluşma yeriniz Vitalis kültür Cafe oluyor. Yeri çok basit, merkezde Gestaş İskelesinde, zaten feribota oradan biniyorsunuz.

   

     Ama biz öncelikle kahvaltı yapabileceğimiz bir yer aradık. Yurtsev Bey aracı aşağıdaki haritada işaretlediğim ara sokağa park edebileceğimi söyledi. Yine orada bir simitçi varmış.

     Belediyenin otoparkıydı, bir günlük ücreti 8 tl.



     Kahvaltı içinse gerçekten çok güzel bir yer Nar Simit Evi. Google haritalarda bile önünde kuyruk varken fotoğraflanmış. Simitleri ve poğaçaları harika..

     Daha sonra buluşma noktasından emekli sınıf öğretmeni Selahi TUTMAZ rehberliğinde yürüyerek feribota biniyorsunuz. Karşıda sizi araç bekliyor olacak. Bizim grubumuzda yaklaşık 30 kişi vardı. Yolculardan bir kısmı da Eceabat tarafından binmişti. Siz de o taraftan gelecekseniz buluşma noktasını telefonda konuşursunuz.

     Şehitlikler hakkında detaylı bilgi vermeyeceğim. Ama şunu söyleyebilirim efsanelerden, hurafelerden uzak; rakamlarla, isimlerle örneklendirerek gerçekçi bir bakış açısı yakalayan, ezbere yaptığı alıntılarla, şiirlerle duygusallığı da eksik etmeyen Selahi Öğretmenin rehberliğinden oldukça memnun kaldım. Geziye başlamadan önce bütün şehitlikleri bir günde görmenin imkansız olduğunu ama bütün önemli noktalara götüreceğini de belirtti. Çanakkale'ye döndüğünüzde akşam 6'yı buluyor zaten. Dolu dolu bir program diyebilirim.

     Kişi başı 60 tl alıyorlar.
     Feribota, müzelere, öğle yemeğine siz para vermiyorsunuz.
     Yani akşama kadar keyfi olarak almak istediğiniz hediyelikler ve içecekler dışında cebinizden beş kuruş çıkmıyor. Zaten kendi aracınızla karşıya geçmek isteseniz tek geçiş için 30-35 tl para vereceksiniz. Etrafa da boş boş bakacaksınız.

     Öğle yemeğinizi Grand Eceabat Hotel'in çatı katında yiyorsunuz. Standart bir köfte menüsü veriyorlar. Ama gayet güzel bir yemekti. İşin güzel taraflarından biri yayık ayranını sürahiyle getiriyorlar ve bittikçe de isteyebiliyorsunuz. Diğer güzel tarafı ise kendiniz çayınızı, sütlü kahvenizi hatta sıcak çikolatanızı istediğiniz kadar alabiliyorsunuz. Öğleye kadar olan yorgunluğu atmak için gayet güzeldi. Aşağıdaki fotoğrafı da manzarasını görün diye ekledim, doğruyu söylemek gerekirse biz gittiğimizde masalar o kadar süslü değildi.


    Diğer şehitlikler ve anıtları yine rehberimizin güzel anlatımıyla gezdikten sonra akşam 6'da Çanakkale'ye döndük. 

    Burada da yürüme mesafesinde, filmde kullanılan Truva atını ve Aynalı Çarşı'yı gezebilirsiniz. İkisi ters istikamette ama birbirine oldukça yakınlar. 



    Akşam yemeği için tavsiyem sardalyedir. Aynı isimdeki balıkçıya mutlaka gidin. Güler yüzlü bir bayan karşıladı bizi. Sardalyeyi servis mi yoksa ekmek arası mı istersiniz? diye sordu. Biz de onun tavsiyesini istedik. "O zaman ekmek arası gönderiyorum" dedi. Şimdiye kadar yediğim en güzel ekmek arası balıktı diyebilirim. İşte yeri ve fotoğrafları

          
      

     Sonraki hedefimizse meşhur peynir helvası oldu. Meşhurların içinde en meşhurunu aradık. Yine yürüyerek 10 dakika mesafede olan Babalık Peynir Helvacısı'nı bulduk. İki çeşidi var normal ve fırınlanmış. Biz ikisini de aldık. Kalite olarak gayet güzel ama tarz olarak pek benim arayacağım bir tatlı değil. Fırınlanmış olanın tadı daha ağır geldi bana. O yüzden tercihim normal olandan yana.

       


     Günün sonunda Çanakkale'nin şehitlikleriyle, temizliğiyle, farklı tatlarıyla beni oldukça etkilediğini fark ettim. Burada yaşamak da eminim çok güzel olurdu. Önceden hep 'Eskişehir'de yaşanır.' derdim, şimdi yanına Çanakkale'yi ekliyorum. Hatta denizinin varlığı da çok büyük bir artı.
Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilirsiniz.

Pide Değil Sanat Eseri - Aydın Yenipazar'ın Meşhur Pidesi

   

     Öncelikle şunu söyleyeyim; bu yazıyı, Aydın-Denizli arasında bulunan Yenipazar'dan geçme ihtimaliniz varsa veya ben bunun için özellikle buraya giderim diyorsanız okuyun. Aksi halde kapatın sayfayı gitsin. Yoksa kuracağınız güzel cümlelerle(!) kulağımı uzun uzun çınlatmanızı istemem. :)

     Yenipazar Aydın'a yaklaşık 39 km. , Denizli'ye ise 101 km. uzaklıkta. Ancak aklınızı fazla karıştırmayayım eğer İzmir-Antalya veya Antalya-İzmir yönünde seyahat ediyorsanız anayoldan sadece 8 km. uzaklaşmanız gerekecek. 'Ya bi pide için o kadar gidilir mi?' diye benim de aklımdan geçmedi değil. Ama şimdi cevaplıyorum 'Gidilir.' Değil 8, 80 olsa da giderim ben artık. Sebeplerini şimdi anlayacaksınız.

     İlçeye giden yolun her tarafında pide salonlarının tabelalarını görüyorsunuz. Bu kadar küçük bir ilçe için çok demek bile yetmez ama demek ki ilçe dışından müşterileri çok fazla.

     İlçeye girdiğinizde sizi Yörük Ali Efe'nin heykeli karşılıyor. Hemen arkasında rengarenk boyanmış merdivenleriyle, tepede yeldeğirmeniyle ve sokaklarının temizliğiyle açıkçası beni çok şaşırttı bu şirin ilçe. Yörük Ali Efe Müzesi de var ancak biz geç gittiğimiz için göremedik.

   


     Eğer kendi aracınızla gittiyseniz aracınızı üstte yer alan Yörük Ali Efe heykelinin fotoğrafını çektiğim yere park edebilirsiniz. Zaten bahsedeceğim Ağırtaş Pide Salonu da hemen sağ tarafta, ara sokakta yer alıyor. Biz Yenipazarlı bir arkadaşımızın tavsiyesiyle buraya gittik. Onun için diğer pide salonları hakkında bir şey söyleyemeyeceğim.

    İçeri girince ne çeşit pideleri tavsiye edeceğini sorduk. Siz oturun ben size karışık getireceğim dedi usta.

     Öncelikle çok güzel bir salata, beraberinde de fırında pişirilmiş sebzeler geldi.


    Sonra bir çok insanın 'Ayy, ne tatlı biberler öyle' diyeceği, ancak sonradan ne kadar çok yanıldığını anlayacağı biberler... Ben hayatımda öyle acı bir biber yemedim. Bir süre dudaklarımı hissetmedim diyebilirim.




     Gelen bir sonraki tabağa 'Bu nedir?' diye sordum. Limon desem limon değil. Ama cevabını öğrenince bir Antalyalı olarak utandım; Turunç.   Ne bileyim, reçeli dışında hiç kullanılmaz ki Antalya'da. Ama inanılmaz güzel bir kokusu var ve kıymalı pideyle birlikte harika oluyor. Kesinlikle isteyin.

   

     
     Pidelerden ilk olarak ikişer tane kıymalı geldi. Fındık lahmacuna benzese de bu yuvarlak pide bambaşka bir şey diyebilirim. Kıymalı olup da bu kadar hafif olanı ilk defa gördüm. Muhtemelen turuncun da etkisi vardır. (Usta en başta karışık dediği için ben pidenin üstünde kıymadan başka bir çok şey aradım ama karışık dediği hepsinden ayrı ayrı getirecekmiş :)


   
    Ardından iki çeşit peynirli pide geldi. İkisi de birbirinden güzel. Hangi peynirliyi daha çok beğendin desen cevap veremem. Peki peynirli mi kıymalı mı desen yine cevap veremem. :) Gerçekten hepsi de harika.


     Tam bitti derken ustam gelip 'şimdi ben size bir çay ve tahinli gönderiyorum' dedi. İmkansız yiyemeyiz dedik ama yiyemezseniz paket yaparız dedi. Tahinli pidesi burada son olarak tatlı niyetine yeniyor. Görüntüsü katmere benziyor ama tat olarak baya farklı. Çayla birlikte kesinlikle tavsiyemdir. Pakete çok azı girebildi zaten :)



      Eminim bunlardan çok daha fazlası vardır bu ilçede. Ama eğer giderseniz bence bunlardan daha azını istemeyin. Tavsiyem bu şirin ilçedeki, pideyi sanat eserine dönüştüren bu güzel insanlarla tanışın. Misafirperver arkadaşlarımıza ve Ağırtaş Pide Salonu çalışanlarına çok teşekkür ederiz.

   
Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilirsiniz.

Sabiha Gökçen'i Öğretmeni Sınıftan Atar, Atatürk de Başyaverini Okula Gönderir ve...

   


 Anasını ve babasını kaybetmiş, Yunanlılar Bursa’yı işgal ettiği için de okula gidememiş, ancak on iki yaşında ilkokula başlayabilmiş bir kız Sabiha. Görmeyi çok istediği Mustafa Kemal de o vakit gelmiş Bursa’ya. Sabiha Gökçen o andaki heyecanını şöyle anlatıyor;

     “Ben Atatürk’ün yanına koşa koşa gittim. Tabii büyük bir heyecan içindeyim. Atatürk küçüklerle konuşurken onların düzeyine inmesini bilen biriydi. Benim heyecanımı çarçabuk yok etti.”

     Atatürk’ün “Peki seni evlat alırsam, benimle gelir misin?” sorusuyla hayatı değişmiş. Sabiha, Atatürk’ün diğer manevi kızları Zehra ve Rukiye ile aynı okula gitmiş. “Ben Atatürk’ten gördüğüm şefkati kendi ailemden görmedim…Her akşam köşke döndüğümüz zaman Atatürk derslerimizle meşgul oluyordu.” diyerek memnuniyetini dile getiriyor Sabiha Gökçen.

     Ancak okula yeni gelen hocayı hiç sevmediğinden, ona karşı isyan eder bir tavır takındıklarından da bahsediyor; “Bir gün Zehra ve ben hocaya karşı geldik. Hoca bizi kolumuzdan tuttuğu gibi sınıftan attı. ‘Hadi,’ dedi, ‘gidin bakayım.’

     Ağlayarak köşke koşturmuşlar, kendilerine şefkatle davranan Atatürk’ün odasına… Mustafa Kemal de başyaverini çağırtıp okula göndermiş. Sabiha Gökçen gerisini şöyle anlatıyor;

     “Başyaver beyi çağırtmış, doğru okula göndermiş ve durumu öğrenmiş. Sonra bizi tekrar odasına çağırdı ve dedi ki, ‘Siz büyük hata işlemişsiniz. Hocalara böyle yapılmaz. Daima onları sevmek, saygı duymak lazım. Onlar sizi yetiştirecekler. Şimdi okula gidip hocanızdan özür dileyeceksiniz ve elini öpeceksiniz.’ Biz de öyle yaptık. Bir daha olay çıkarmadık.”


     Kaynakça: Bana Atatürk’ü Anlattılar, Hıfzı Topuz         
Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilirsiniz.

Yakup Kadri, Mustafa Kemal'in Yaşadıklarını Anlatıyor




Hıfzı Topuz, TRT’de yayınlanan ‘Her Hafta Bir Konuk’ adlı programını için yaptığı röportajları derlemiş “Bana Atatürk’ü Anlattılar” adlı kitabında. Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile de bir röportaj gerçekleştirmiş.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu I.Dünya Savaşı sırasında İsviçre’de bulunuyormuş. Üç buçuk sene sanatoryumda tedavi görmüş. Atatürk’ün ismini de ilk defa orada duymuş. Orada camlı vitrinler içinde afiş yapılan gazetelerde görmüş Çanakkale’deki başarılarını. İkdam Gazetesi’nin yazı işleri müdürlüğünü yapan Yakup Kadri, Enver Paşa’nın Mustafa Kemalle ilgili kendilerine de bir yasak getirildiğini şöyle anlatıyor:

“Harp zamanında, Birinci cihan Harbi zamanında, Çanakkale Muharebeleri’nde Kemal’den bahsedilmesin diye emir verilmişti. ‘Bu milletin zaferidir, milletin malıdır, falanın, filanın malı değildir’ diye Enver Paşa bu emri vermişti.”

Milli Mücadele yıllarında Mustafa Kemal Yakup Kadri’yi Ankara’ya davet etmiş. Karşılıklı oturup konuşmuşlar. Daha sonra ‘İlke’ olacak fikirlerini anlatmış Mustafa Kemal.

Bilirsiniz, aydınlar toplumdan farklı düşünür. Toplumun önde gidenleri, yol göstericileri olarak da farklı düşünmek ve yeniliklere açık olmak zorundadır zaten. Aksi halde ‘Aydın’ olamazlar. Hıfzı Topuz’un şu sorularıyla dönemin aydınlarından sayılan Yakup Kadri dahi cumhuriyete bakış açısını itiraf etmiş.

“Siz hiç kendisi üzerinde etkileriniz olduğu kanısında mısınız?“

“Zannetmiyorum. Atatürk daima önde giden bir adamdı. Onunla karşı karşıya oturdum dedimse, fikren de karşı karşıya oturmadık yani. Atatürk daima bizden 30-40 sene öndeydi. Mesela itiraf ediyorum, ben cumhuriyetçi değildim. Böyle bir şey olacağım aklımdan geçirmezdim.“

"Ama Atatürk sizi inandırdı herhalde.”

“Evet, Atatürk yavaş yavaş herkesi inandırdı. Ben cumhuriyeti tercih etmiyor değildim, ediyordum ama o devirde, o acayip devirde halifelik vardı, bilmem ne vardı, bunlar ortadan nasıl kalkacak, bir türlü aklım etmezdi. Bize bütün cesareti veren Atatürk’ün otuz senelik önde gidişiydi. Atatürk bizi arkasından sürükledi.”


Aslında Yakup Kadri şahsında toplumun öncülerinin bir kısmının cumhuriyete bakışını bütünleştirebiliriz. Artık toplumun büyük çoğunluğunun bu konu hakkındaki düşüncesini ve Mustafa Kemal’in ne kadar büyük bir iş başardığını siz düşünün.

Aynı kitapta Falih Rıfkı Atay’ın  da çok önemli bir sözü var. Adeta mücadelenin savaşlardan sonra yaşandığını vurguluyor; “İzmir alındığı gün Gazi ölseydi cumhuriyet kurulamazdı.”

Yakup Kadri, Mustafa Kemal’in bu mücadelede ne kadar yalnız kaldığını şöyle anlatıyor;

“Atatürk’ün tek dostu yoktu dersem, inanır mısınız? Fakat Atatürk cumhurbaşkanı olduktan sonra bütün dünya onun dostu oldu. Oraya varıncaya kadar Atatürk’ün çektiklerini ben bilirim. Meclis aleyhindeydi. Çünkü meclisin yarısından fazlası ittihatçıydı. Demek ki Enver Paşa’cıydı…”

  Bu cümleleri "Atatürk çağının çok daha ilerisinde bir lider olduğu için yalnız kaldı" şeklinde yorumlamak bence pek de yanlış olmaz.

Kütahya’da ordumuzun yaşadığı bozgun günlerinde ordunun henüz başında olmamasına rağmen Atatürk’ün yaşadığı sıkıntıları şöyle dile getirmiş.

 “Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanıydı. Atatürk her gece oraya gelir, bir küçük odada Fevzi Paşa’yla karşı karşıya, harita üzerinde askeri harekâtı izlerdi. Biz de ekseriya akşamları kendisini yalnız bırakmamak isterdik. Çünkü sabaha kadar telgraf başında harekâtı takip ederdi, aşağıda telgrafhane vardı. Subay gelir, daima saati saatine, şu şurada, bu burada diye kendisine durmadan bilgi verirdi. Atatürk de ‘Falan paşayı çağırın bana, filan paşayı çağırın,’ diye sahra telefonlarıyla emirler verirdi. Ara sıra da böyle ıstırap çeken bir adam gibi belini tutardı, o vakit böbrek hastalığı vardı Atatürk’ün. O arbedede böbrek hastalığı vardı. Sıkı bir tedavide bulunması lazım geldiği halde sabaha kadar orada otururdu. Doktorlar sıcak suya girsin demişler kendisine. Sıcak suya girmek için orada banyo yok. Tenekeden bir banyo yapmışlar, oraya yatırırlardı. iki-üç neferi vardı yanında. Zaten başka kimse yoktu. Neferler sıcak su yaparlar, getirirler, biraz açılırdı. Ondan sonra da meclise gidip laf anlatması lazım gelirdi.”

Mustafa Kemal ordunun başına geçtikten sonra Sakarya Zaferi gelmiş. Düşmanın yakıp yıkarak çekildiği köyleri Yakup Kadri tek tek dolaşarak notlar almış. Ve şöyle diyor Yakup Kadri;


“İşte Atatürk’ün o kıvranarak, memleket ıstırabıyla, memleketi kurtarma gayretiyle nasıl çalıştığı hep gözlerimin önündedir. O akşam eğer elimden gelseydi boynuna sarılıp, 'Bizi affet’ derdim.”
Bu içeriği beğendiyseniz paylaşabilirsiniz.