Balkan’da, Çanakkale’de, Suriye’de savaşmış bir kahraman
-neden çarşaf giyip kırıta kırıta yürüdüğünü,
-cephaneyi neden tabuta koyup cenaze namazı kıldıklarını,
-dişlerinin, tırnaklarının neden tek tek söküldüğünü kendisi
anlatıyor.
Kara Salih Çavuş’a büyük bir minnet borçluyuz.
“Balkan’da vuruştuk. Çanakkale’de Mustafa Kemal’in
idaresinde Arıburnu’nda süngü hücumu yaptık. Hepimiz Mustafa Kemal’e hayrandık.
Ne emir verse yapmaya hazırdık. Ölümü bile göze alıyorduk. Öl dese ölürdük. En
beklenmedik anlarda Mustafa Kemal’i karşımızda görünce sonsuz bir cesaret
kazanıyorduk. Arıburnu’nda kimse onun sözünden çıkmadı. Zaferi kazandık.
Sonra beni Suriye’ye gönderdiler. Bir de baktım yine Mustafa
Kemal’in emrindeyim. Nasıl sevindim, anlatamam. O başımızda oldukça
yenilmeyeceğimizi biliyorduk.
İstanbul’dan döndükten sonra bir gün beni Mustafa Kemal’in
çağırdığını söylediler. Çok heyecanlandım Ve kalkıp gittim. Demek ki Mustafa
Kemal bizi unutmamıştı. Şişli’deki evine gittim. Mustafa Kemal’in yaveri orada
elime bir mektup verdi. Mektup gizli örgütte çalışan Nizamettin Bey’e
yazılmıştı. Adresini verdiler, kalkıp gittim. Teşkilat herhalde benim kim
olduğumu biliyordu. Karşımdaki tanımadığım kişi bana, 'Gel oğlum,’ dedi. 'Sen,
güvenebileceğimiz bir insansın. Sana yeni görevler vereceğiz.’ “Emriniz
olur." dedim. Beni bir odaya aldılar. Odada bir masa vardı. Beni masanın
başına getirdiler. Masanın üzerinde bir Kuran, bir sancak, bir de tabanca
duruyordu. Üçüne birden el bastık ve hayatımız pahasına da olsa sır
vermeyeceğimiz: yemin ettik. Gizli görevim böyle başladı.
O zaman İstanbul’daki esas mesele Anadolu’ya silah kaçırmaktı.
Bu iş için çeşitli girişimler yaptık. Sarayburnu'nda Fransızların cephane
deposu vardı. Bir gün Aziz Hüdai beni çağırtarak bu depoyu boşaltacağımızı
bildirdi. Bana verilen görev, gece ve gürültü çıkarmadan nöbetçiyi öldürmekti.
Bir-iki gün deponun civarında dolaşarak nöbet saatlerini tespit ettim. Nihayet
son gece üzerime bir çarşaf giyerek Sarayburnu’na yollandım. Deponun önünde
Senegalli bir asker nöbet bekliyordu. Kırıta kırıta nöbetçinin önünden
geçiyordum. Kim bilir kaç zamandır gözü dönmüş olan zenci dayanamayarak üzerime
yürüdü. Çarşafın altına gizlediğim kılıcı çektiğim gibi zavallı nöbetçiyi yere
serdim. Adamın ne kabahati vardı; ama... Bütün arkadaşlar da pusuda
bekliyorlardı. Bir anda koca cephaneliği sahildeki Nazif kaptanın motoruna
naklettik. Fakat zencinin cesedi bütün işi bozabilirdi. Onu da cephaneliğe
naklederek, kalan cephaneyle birlikte havaya uçurduk. Ve mesele kapandı gitti.
İstanbul’da daha bir yığın işler gördük. Her gün Anadolu’ya
oluk gibi cephane akıtıyorduk. Fakat en son boşalttığımız Davutpaşa cephaneliği
yakalanmama sebep oldu.
Davutpaşa’daki silahları Yüzbaşı Ata Bey’in evine götürmüş,
oradan dışarı yolluyorduk. Fakat her defasında yeni yollar bulmak lazımdı. Son
hadisede silahları bir tabuta koyarak evden çıkarmıştık. Cenazenin Yusuf Paşa
Camii’nde namazını kıldırdık. Tabut oradan Anadolu’ya nakledilecekti. Fakat müezzin
efendi bizi ihbar etmiş, basıldık. Hepimiz darmadağın olduk. Ben de yakalandım.
Damat Ferit imzalı bir teskereyle muhakemesiz idamımıza karar verildiği
bildirildi.
İş bu kadarla kalsa gene iyi. Sen ne söylüyorsun beyim, tam
22 gün beni konuşturmak için yapmadık işkence bırakmadılar. Bak, bugün ağzımda
tek diş yoktur. Bütün dişlerimi teker teker söktüler. Sonra sıra tırnaklarıma
geldi. Evvela ellerimde, sonra ayaklarımda tek bir tırnak bırakmadılar. Sonra
ayağımın altına çivi çaktılar. Bugün hâlâ iki parmağım tutmaz. Kış günü
çırılçıplak havuza attılar. Yemediğim dayak kalmadı. Öbür dünyaya kaç defa
gidip geri geldik. Bugün artık bedavadan yaşıyoruz.
Bereket versin teşkilatta bir Ömer Bey varmış. Onun vasıtasıyla
Ereğli’ye kaçırıldım. Ondan sonra da istiklal Harbi’ne katıldık. . . Orada da
Mustafa Kemal’in emrinde çalıştım. Düşmanı perişan ettik. Gazi’yi yine sık sık
görüyordum. Beni Çanakkale’den ve Suriye’den hatırlıyordu. Çakmak çakmak
gözleriyle bana bakıyor, ‘Zafere ulaşacağız.’ diyordu.”
0 yorum:
Yorum Gönder